Sadun Ersin
<< Geri
Bir Bozcaada yolculuğu
Yeğenim Bülent Tanör bir doğa tutkunu idi. Benim kulübe olarak tanımladığım Bozcaada'daki yazlık evime birlikte gitmeğe karar verdik. Sanırım 1979 yılının mart ayında idik. O yıllarda ada, olanakları açısından çok geri durumda idi. Ulaşım zordu. Dar ve de bozuk toprak yollar ada içindeki ulaşımı daha da zorlaştırıyordu. Bulunduğumuz taraf merkeze yedi kilometre uzaklıkta idi. Evde elektrik ve akar su yoktu. Gaz lambaları ile aydınlanıyor, taşıma su ile yetiniyorduk.
İstanbul'dan erken bir saatte yola çıkarak adanın karşı sahilindeki "Odun İskelesi"ne vardık. Arabamı iskele alanında bırakmak zorunda idim. O yıllarda adaya gemi çalışmıyordu. Kurt denizci Yakar Kaptan'ın motoru ile fırtınalı bir denizi aşarak karaya çıktık. Ada içindeki ulaşım için bir tane motorlu araç vardı. O da Hacı Süleyman'ın "Moskoviç" marka Sovyet yapımı çok eski ve de frenleri bile tutmayan bir oto idi. Onunla yola koyulduk, ancak şoförümüz bizi evimize oldukça uzak olan bir tepe üzerinde indirdi. Adam işini iyi biliyor, çevre koşullarını ve arabasının durumunu gözardı etmiyordu. Çünkü, yokuş aşağı inemezdi. Ayrıca yol yağan yağmurdan testici kili kadar kaygan durumdaydı. Bülent hiç şikayetçi gözükmüyordu. Belki de, kent yaşamından uzakta ve çevremizi saran üzüm bağları arasında, sessiz ve de dingin bir ortam onun özlemiydi. Sonunda, sırtımızda çantalarımız, yağan yağmur altında eve ulaştık. Evde ısınmak için ocağı yakmamız gerekiyordu. Sanki bir eve değil, buzdolabına girmiştik. Yazın toplayıp biriktirdiğim odun ve çalıları ocağa yerleştirdim. "Merak etme Bülentciğim, biraz sonra ocağın karşısında keyif yapacağız" diyerek umutlanıyordum. Odunların üzerine kolay tutuşsun diye biraz gazyağı döktüm ve kibriti çaktım. Biraz sonra düş kırıklığına uğradık, çünkü fırtına o kadar artmıştı ki bütün duman ters tepmiş ve evin içini doldurmuştu. Buzdolabından kurtulmayı düşlerken, daha beteri kendimizi bir "gaz odasında" bulduk. Bülent "Dayı, gel şu kapı ve pencereleri açalım da önce dumandan kurtulalım" dedi. Öyle yaptık. Kamçı gibi bir rüzgar dumana anaforlar yaptırarak evin içine daldı. Dumandan kurtulduk ama ocağı yakamadığımız için soğuktan kurtulamadık. Bu durumda ısınmak için tek seçenek kalmıştı. Konyak ve şarap. Yanımızda getirdiğimiz yiyecekler ile karnımızı doyurduk ve kendimize geldik. Bir süre sohbet ettikten sonra yataklarımıza girdik. Yazlık bir evde ne bulduysak uyumaya çalıştık. Gece soğuğun giderek arttığını hissediyordum. Sanki üzerimdeki örtüler hafiflemiş gibiydi. Nefesimi örtülerin altına üfleyerek ısınmaya çalışıyordum. Herhalde Bülent de aynı durumdaydı. Ancak hiç şikayetçi değildi. Böylece sabahı ettik. Bir de ne görelim? Gece yağan kar ile çevremiz bembeyaz olmuştu. Bu Bozcaada için olağanüstü bir durumdu. Gece o kadar üşümemizin nedeni de yağan kardı. Bu sürpriz hoşumuza bile gitmişti. Neyse ki mutfakta tüp gazımız vardı. Demli bir çay yapıp kahvaltı ettikten sonra evden çıktık. Hacı Süleyman'ın bir kilometre kadar uzaklıktaki arabasına çamurlara bata çıka vardık. Dönüşümüz daha kolay oldu. Zorluklarına karşın, bu kısa gezintiden Bülent de ben de memnunduk ve de mutluyduk.
Bir ders nasıl verilir!?
1997 yılında Yeditepe Üniversitesinin Büyükada'daki Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevini üstlendim. Fakülte yeni kurulmuş olduğundan, bir önceki ders yılında ancak temel dersler ve uzmanlık bölümlerinde genel bir eğitim yapılmıştı. Önümüzdeki akademik yılda, sayıları on kadar olan uzmanlıklara ilişkin her şeyin planlanması ve olanaklarının sağlanması gerekmekteydi. Her bölümün kendine özgü eğitim, öğretim planları ile, öğretim üyeleri kadrolarının hızla oluşturulması gerekiyordu. Yasa gereği; yüksek öğretimde "Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi" dersinin de okutulması zorunluydu.
Bülentin bu tema üzerinde araştırmaları olduğunu biliyordum. İstanbul Üniversitesinde bu dersi vermekte idi ve de, konuyu derinliğine ve genişliğine bilen bir bilim adamıydı. Fakültemizde de bu dersi üstlenmesini rica ettim. Bülent "Dayı, iki üniversiteden bu yönde istekte bulundular. Olumlu yanıt veremedim. Ancak senin bu isteğini geri çeviremem" diyerek dersi vermeğe razı oldu.
Rektörün onayını aldıktan sonra Bülent öğretim yılı başında görevine başladı. İlk dersin yapılacağı anfiye götürdüm ve öğrencilere tanıttım. Onun niteliklerini anlattım. Böyle değerli bir bilim adamının öğrencileri olarak ondan yararlanmalarını öğütledim. Başarılı çalışmalar dileyerek ayrıldım. Bülent'i tanıyanlar, onun derslerinin ne kadar ilgi çekici olduğunu ve aktif bir yöntem uyguladığını bilirler. Öğrencilerin dinleyip not almaktan öte, soru-cevap tartışmaları ile konuyu irdelemeleri ve de düşüncelerini çok boyutlu olarak geliştirmeleri amaçlanırdı. Bu yaklaşımıyla Bülent, yeni öğrencilerinin de bu aktif yönteme uymalarını beklemiş, onlara bazı ödevler vermişti. Birkaç ders sonra bana gelerek "Dayı. Ben dersi bıraktım. Bu öğrencilerin lisedeki yetişme düzeyleri ve derse olan ilgisizlikleri nedeniyle devam etmem olanaksızdı." diyerek görevini sürdüremeyeceğini bildirdi. Onun ilkelerine ödünsüz bağlı olduğunu bildiğimden, hiçbir girişimde bulunmayarak, ancak üzülerek aldığı ayrılma kararını saygıyla karşıladım. Eğitici olarak bu davranışıyla -bana göre çok anlamlı olan- bir ders vermişti. ONU SEVGİYLE ANIYORUM.