Bülent Tanör’ün ardından
Oktay Uygun
Bülent Tanör aramızdan ayrılalı iki yıl oldu. İnsan, bir şekilde, sevdiklerini kaybetmenin verdiği üzüntüyle başedecek yollar buluyor, acı ve üzüntü zamanla azalıyor. Geçmişin anımsanmasıyla gelen bir hüzün kaplıyor insanı. Ama bir dostu kaybetmenin geride bıraktığı eksiklik ve boşluk duygusuna alışabilmek çok zor. Bülent Tanör, çevresindeki pek çok insan gibi, benim için de, doldurulması mümkün olmayan bir boşluk bıraktı. Yalnızca Bülent Tanör ile konuşulabilecek, yalnızca ona sorulabilecek ya da onunla paylaşılabilecek konular için, artık sessizce beklemek dışında bir yol yok.
Bülent Tanör ile ilk kez, 1981’de, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisi olarak tanıştım. Daha ilk günden, öğrencilerde, onun farklı bir öğretim üyesi olduğu kanaatinin oluştuğunu gördüm. Her dersin çıkışında onlarca öğrenci etrafını sarıyor, ayaküstü pek çok konu konuşuluyor, çoğu kez bu sohbetler odasında devam ediyordu. Üniversite öğrenimimi sıkıyönetim ve olağanüstü hal altında tamamlayan bir öğrenci olarak, o yıllarda, kendimi yalnızca Bülent Tanör’le konuşurken özgür ve yaratıcı hissettiğimi anımsıyorum. Üniversite içinde, onun dersi ya da odası, 12 Eylül zihniyetinin tek tipleştirici, baskıcı ve insanı değersizleştiren uygulamalarına kapalı ender mekânlardan biriydi. Onunla beraber düşünce özgürlüğünün en uç sınırlarında gezinir, tabu sayılan pek çok konuda beyin jimnastiği yapardık. Bülent Tanör, benim için ve çoğu öğrenci için, içinde bulunduğumuz mekana üniversite niteliğini kazandıran en önemli unsurdu.
12 Eylül yönetimi, 1983’te, Bülent Tanör’ü üniversiteden kopardı. Onunla olan dostluğumuz uzun yıllar ev ziyaretleri, mektuplaşma ya da telefon görüşmeleri ile devam etti. Bu sırada öğrenimimi bitirip Hukuk Fakültesine araştırma görevlisi olarak atandım. Akademik yaşamımın ilk yıllarında, Bülent Tanör’ün yokluğunun üniversitede bıraktığı boşluğu bütün boyutlarıyla gördüm. 1990 yılında Danıştay kararıyla geri dönmesi, benim için, adeta 12 Eylül yönetimi ve YÖK düzeninin insana nefes aldırmayan uygulamalarının sona ermesi gibiydi. Onunla birlikte yeniden üniversite havasını solumaya başladık. Farklı anabilim dallarında olmamıza rağmen lisans, yüksek lisans ve doktora derslerinde çoğu zaman beraber olduk.
Bülent Tanör, üniversite içinde başlı başına bir okuldu. 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, Türkiye’nin demokratikleşme çabalarını onunla birlikte yaşamak, tartışmak ve değerlendirmek, bu alanlarda birer doktora tezi yazmak kadar öğreticiydi. Bütün bu dönem boyunca çoğu meslektaşı kendisini susmak zorunda hissetti ya da tabu sayılan konulara hiç değinmemeyi tercih etti. O ise, en çetrefil, en duyarlı konulara çağdaş bir demokratik sistemin penceresinden bakarak fikir yürütmeyi ilke edindi. Bülent Tanör, hukukun yalnızca ne olduğunu açıklamakla yetinmeyip, nasıl olması gerektiğini de söyleyen bir öğretim üyesiydi. Yakın geçmişte ve günümüzde, insan hakları ve demokratikleşme alanında atılan her önemli adımın arkasında onun çalışmalarının doğrudan ya da dolaylı bir etkisi vardır.
Bülent Tanör’ün bir öğretim üyesi olarak saygı ve takdirle anılması gereken yönlerinden biri, her koşulda görüşlerinin samimiyetine ve dürüstlüğüne güvenilebilmesidir. Kuşkusuz, görüşlerinde, hayata bakış açısında zaman içinde önemli değişiklikler oldu. Bunları hiçbir zaman reddetmedi; tam tersine fikirlerinin farklılaşmasını bir gelişme ve düşünsel zenginlik olarak gördü. Onu güvenilir ve dürüst kılan, görüşlerinin sabit fikirlilik derecesinde değişmemesi değil, değişimin ardında baskılara boyun eğme, maddi çıkar ya da statü elde etme, moda trendlere uyma gibi bilim etiğiyle bağdaşmayacak hiçbir unsurun bulunmamasıydı. O, her zaman, incelediği konuya evrensel ilkeler açısından bakabilen biriydi. Ne yazık ki, bilimsel çalışmanın asgari koşulları olan bu ilkelere uygun hareket etmek ve bilim etiğinden ödün vermeden çalışmak, Türkiye koşullarında ağır bedeller ödemeyi gerektiriyordu. Bu durum bugün de pek fazla değişmemiştir. Bülent Tanör, bir kaç kez, bu bedeli çok ağır biçimde ödemek zorunda bırakıldı.
Bülent Tanör, son birkaç yıl içinde, amansız hastalığıyla boğuşmak, hayatının büyük kısmını geçirdiği ve çok sevdiği Fakültesinin her geçen gün geriye gittiğini görmek, sonunda onu üniversitesinden ayrılmak zorunda bırakan kurum içi sıkıntılarla mücadele etmek gibi, insan ruhunu boğan pek çok olayı yaşamak zorunda kaldı. İdari soruşturmalar, ceza davaları, keyfi uygulamalar ve pek çoğumuzun “yeter artık” diyeceği türden sayısız sorunlar karşısında hiç yılgınlığa kapıldığına, yakındığına tanık olmadım. Her zaman haklı ve meşru bir zeminde olmanın verdiği özgüvenle hareket eder, yanlışları açıkça ortaya koyar ve böyle davranmanın yüksek bir bedelinin olacağını bilirdi.
Son yıllarda onu en çok üzen şey, üniversite yönetiminin baskıları, dayatmaları ve keyfi uygulamalarından çok, meslektaşlarının bu tür uygulamalara karşı kayıtsız kalmış olmasıydı. TÜSİAD için hazırladığı
Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri adlı raporda savunduğu, o dönem için radikal sayılan, bugün ise büyük ölçüde gerçekleşmiş bulunan görüşleri nedeniyle, bir şekilde üniversiteden uzaklaştırılması için karar alındı. Bu yöndeki talimatı uygulama görevini, bilim dünyamızın iki mümtaz insanı;
Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu üstlendi. Alemdaroğlu yönetimi, sözkonusu talimatı bir an önce yerine getirmek için her cepheden hoyratça saldırdı. Keyfi ve usulsüz uygulamalarını Hukuk Fakültesi akademik kurulunda gelip savundu. Tek bir öğretim üyesi bile çıkıp, yapılanların keyfi ve haksız işlemler olduğunu, akademik geleneklerle bağdaşmadığını söylemedi. Bazı meslektaşlarının, rektörün kulağına gider diye, Bülent Tanör’le koridorda karşılaşıp selam vermek durumunda kalmamak için yolunu değiştirdiğini görmek, gerçekten kahrediciydi.
İşte Bülent Tanör’ü asıl üzen, bu durumdu. Bir gün,
“Oktay, 12 Mart ve 12 Eylül bile üniversitede bu denli tahribat yapmadı” demişti. Her iki darbenin o karanlık günlerinde, hiç olmazsa bir avuç insan haksız ve keyfi uygulamalara tepki göstermiş ve birbirleriyle dayanışma içinde hareket etmişti. Alemdaroğlu yönetimi, Bülent Tanör’ü özgür düşünceye sahip çıktığı, ilkeli ve onurlu davrandığı için cezalandırıyor ve kimsenin sesi çıkmıyordu. Demek ki, birkaç istisna dışında, İstanbul Üniversitesi mensuplarının artık özgür düşünce, onurlu bir yaşam ve bilim etiği gibi değerlerden daha üstün gördükleri, korumaya ya da elde etmeye çalıştıkları başka değerler vardı: Koltuk sevdası, yönetime yaranarak statü elde etme hırsı ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturu gibi. Bülent Tanör, bu “modern” değerlerle hiç tanışmadı. O, eskinin onurlu, dürüst ve ilkeli yaşamı yücelten anlayışına bağlı, “fikri ve vicdanı hür” bir aydın olarak aramızdan ayrıldı.
Bülent Tanör, hayata, mesleğine, çalıştığı kuruma, ilke ve ideallerine olan sarsılmaz bağlılığının ardındaki gücün kaynaklarından birini, “her zaman gençlerle birlikte olmak” diye açıklamıştı. Birlikte yürüttüğümüz derslerde, her ders yılı başında, birinci sınıf öğrencileri ile amfideki ilk karşılaşmamızda duyduğu heyecanı görünce, gençlerle kurduğu dostluğun ona verdiği yaşama sevincini daha iyi kavradım. Birinci sınıfa yeni başlayan öğrencilere, güncel konularda görüşlerini açıklayabilecekleri araştırma ödevleri verir ve yüzlerce ödevi büyük bir ciddiyetle okurdu. Bu şekilde öğrencilerin yeteneklerini öğrenmeye çalışır ve başarılı olanların akademik kariyer yapmasını teşvik ederdi. Benim akademik kariyerimin ilk basamağı da böyle bir ödev olmuştur.
Bülent Tanör, ideolojik kimliğini her zaman açıkça ifade etmesine rağmen, liberal, muhafazakar, milliyetçi, Marksist, Kemalist her kesimden insanın saygı duyduğu bir insandı. Her görüşten insan onun fikirlerinden yararlanabilirdi. Son dönemdeki çalışmaları olan “Kurtuluş Kuruluş” ve “Türkiye’de Kongre İktidarları” yakın tarihimize yeni pencereler açan eserlerdir. “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” isimli çalışması ise, son yıllardaki reformların itici gücü olmuştur.
Birkaç yıl önce, Bülent Tanör’le bir gezi programı yapmıştık. Gideceğimiz yer, onun gençliğine ilişkin anılarıyla dolu özel bir mekandı. Hastalık, zaman darlığı ve başka bazı nedenlerle bu planımızı gerçekleştiremedik. Ama bir gün gerçekleştirmek istiyorum. Oraya gittiğimde, bir şekilde, onun da mutlu olacağını, planladığımız gezinin gerçeğe dönüştüğünü hissedeceğini düşünüyorum.
Bülent Tanör’ün öğrencisi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi