Bülent Tanör: Örnek bir aydın / akademisyen
Burhan Şenatalar
Bülent’le biçimsel olarak nerede nasıl tanıştığımızı anımsamıyorum. O’nunla ilgili olarak gözümde canlanan en eski sahne 1969 ya da 1970’e ait. Yücel’le (Sayman) birlikte imzaya açılmış bir bildiriyi İktisat Fakültesi asistanlarına getirdiklerini, Bülent’in hızlı ve heyecanlı konuşmasını anımsıyorum.
12 Mart 1971’den sonra üniversiteden bir süre uzaklaşmak zorunda kaldı. Dönüşünden sonra, 1970’lerin ikinci yarısında Hukuk ve İktisat fakültelerinin bulunduğu ünlü Merkez Bina’da asistanlık yapıyor olmamız bizi bazen öğle yemeklerinde, bazen tenis sahasında yapılan asistanlar arası bir futbol maçında, bazen de bir bildirinin hazırlanmasında ya da imza için dolaştırılmasında buluşturuyordu. Üniversite dışında da zaman zaman TÜMAS’ta beraber oluyorduk. Bu dönemde üniversitenin ve üniversite bileşenlerinin bugünle karşılaştırılamayacak ölçüde politize olduğunu belirteyim. Toplumsal sorunlarla aktif olarak ilgilenen ve politik yelpazenin solunda yer alan asistanlar Türkiye çapında TÜMAS’ta (Tüm Üniversite, Akademi, Yüksekokul Asistanları Birliği) içinde örgütlenmişti.
12 Eylül’ün Bülent’i görmemesi ya da görmezden gelmesi düşünülemezdi. 1402 sayılı yasaya dayanılarak uzaklaştırılanlar arasında O da unutulmadı ve üniversiteye ancak 1980’lerin sonunda döndü. Bu dönemde artık 1960’ların ve 1970’lerin asistanları doçent ya da profesör olduğundan İstanbul’daki akademisyen örgütlenmesi bu kez kurulan Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nde gerçekleşti. 1990’larda derneğin düzenlediği hemen her etkinlikte Bülent de vardı, siyasi görüşlerimiz ve yorumlarımız 1970’lere oranla daha yakınlaşmıştı. Bülent’i daha yakından tanımam, sevgimin ve saygımın derinleşmesi bu dönemdedir. Ardından hastalık yılları, hastaneye girip çıkmalar, ünlü TÜSİAD raporuyla ilgili olarak hukuk ve insanlık dışı saldırıyla karşılaşma, herşeye rağmen dik duruş... Bu dönemde Bülent zamanının büyük bölümünü evde geçirdiğinden yüzyüze görüşmelerimiz seyrekleşti, daha çok telefonla görüşür olduk. Bu görüşmelerin konuları arasında güncel politik gelişmeler ile üniversite sorunları yanında futbol da önemli bir yer tutuyordu. O’nun Galatasaraylı, benim de Fenerbahçeli olmam birçok espriye kaynak oluşturuyordu. Bu konudaki yarı şaka, yarı ciddi konuşmalarımızda Bülent’in hep dikkatimi çeken bir yönü de oyuncuların ve hakemlerin performanslarına ve davranışlarına son derece adil bakışıydı. 1970’lerde TÜMAS’ın, 1990’larda Üniversite Öğretim Üyelerinin düzenlediği pikniklerin ayrılmaz parçası olan penaltı yarışmalarının iddialı bir ismi idi.
Bülent’i son görüşüm çok net gözümün önünde. Artık günlerinin sayılı olduğu biliniyordu. Çapa Nöroloji’de yatıyordu. Çapa’da kaldığı odaya beni Gencay götürdü ve pek de kendinde gözükmeyen Bülent’e “Bak Bülent, Burhan geldi, bir gülümse” dedi. Beklemediğim bir biçimde gerçekten gülümsedi. Konuşamıyordu, gözlerini dahi açamıyordu. Beş dakika kadar ayakta sessizce onu izledik. Ayrılırken ben “Bülent, şimdilik gidiyorum. Tekrar gelirim. Görüşmek üzere” dedim, bu kez daha da beklemediğim biçimde güle güle anlamında sağ kolunu bir miktar kaldırdı. Bunun son görüşme olduğu belliydi. İki gün sonra yoğun bakıma kaldırıldı. Birkaç gün sonra da bir sabah gelen bir telefon acı haberi bildirdi. Beklemesine bekliyorduk, ama o ana kadar da yakınlaşan kaybımızın büyüklüğünü tam algılayamamıştık. Birçoğumuz için “Bülent’in yeri dolmaz” ifadesi bile eksik kalıyor. Bülent’in kaybı sadece arkadaşları ve sevenleri için değil, Türkiye için de çok önemli. En genel anlamda bir hukukçu olarak, özelde bir anayasa hukukçusu olarak, medeni cesaret sahibi, tutarlı bir demokrat aydın olarak, işini seven,iyi yapan, üretken bir araştırmacı ve çok güzel ders anlatan ve öğrencileriyle içtenlikle ilgilenen ve çok iyi iletişim kuran bir hoca olarak gerçekten çok önemli bir kayıp.
Bülent’in çok önemsediğim ve saygı duyduğum özelliklerinden birkaçı kolaylıkla akla geliyor. Yıllar içinde toplumsal sorunlara, adalete, özgürlüğe yönelik heyecanı aşınmamış, ancak daha olgun ve geniş bir bakış açısına kavuşmuştu. Güçlü bir mantığı, sağlam bir adalet ve hukuk anlayışı vardı. Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını en gerçekçi, en tutarlı biçimde buluşturan, bütünleştiren az sayıda kişiden biriydi. En geniş ve ileriye dönük bir yorumla Atatürkçü idi, gardrop-müsamere Atatürkçülüğünün cesur ve kararlı bir eleştiricisi idi. Cumhuriyetin demokrasi yönünde geliştirilmesi konusunda berrak ve tutarlı bir tutumu vardı. Ünlü “andaç” olayını protesto eden aydın bildirisini O kaleme almıştı. Sivilleşme, demokratikleşme, AB’ye tam üyelik gibi konularda sloganlardan uzak, sağlam yaklaşımları vardı.
TÜSİAD için hazırladığı demokratikleşme raporu bu açıdan özel bir önem taşır. Yıllarca hizmet ettiği kurumun en üst yöneticisinin o raporu bahane ederek Bülent’le nasıl uğraştığı herkesçe biliniyor. Bu konuda hukuk ve demokrasi açısından zorunlu bir görev olan dayanışmayı gösterenlerle göstermeyenler arasındaki ayrışmaya da burada değinmekte yarar var. Doğal olarak en başta Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği baştan sona kadar Bülent’in yanındaydı. Baroların gösterdiği dayanışma da çok etkileyici idi. Barolar Birliği’nin çok önemli bulduğum kamuoyu duyurusunu buraya almakta yarar görüyorum.
“22.09.2001 günü Ankara’da toplanan Baro Başkanları ve Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Bülent TANÖR hakkında Üniversite Yönetimi tarafından uygulanmak istenen hukuksuzluğu kınamaktadırlar.
Prof. Dr. Bülent TANÖR hukukçu kimliği ve bilim insanı olarak Ülkemizin yetiştirdiği değerlerdendir. Binlerce hukukçunun yetişmesinde, hukukun üstünlüğü ve insan hakları mücadelesinde önder bir düşün adamıdır.
Hukuka ve yasal düzenlemeye aykırı biçimde Üniversiteden kopartılmak istenilmesinde başını dik tutmasının, hukuk adına temel hak ve özgürlükler adına verdiği mücadelenin yatmakta olduğunu düşünmekteyiz.
İstanbul Üniversitesi’nin Yönetimini ve Rektörünü bu hatalı karar nedeniyle kınıyor, YÖK Yüksek Disiplin Kurulunun hukukun ve yasanın gereğini yerine getirerek, eserleri başucu kitabı olmuş bilim insanı Prof. Dr. Bülent TANÖR hakkındaki haksız ve dayanaksız uygulamanın yolunu tıkamasını bekliyoruz.”
Soruna en isabetli tanıyı koyan bu metin insana “Türkiye’de Barolar Birliği var” dedirtiyor. Gönül dilerdi ki, aynı kıvançla “Türkiye’de Üniversite var” diyebilelim. Ne acı ki, akademik camianın çoğunluğu üç maymunu oynadı, kimileri onunla da yetinmeyip daha ileri gitti.
Bülent’e TÜSİAD raporu ile ilgili olarak yapılanlar karşısında kimlerin nasıl tutum aldığı ilerde daha ayrıntılı olarak yazılacaktır. Ancak bu kısa yazıda değinmeyi gerekli gördüğüm üç nokta daha var. Birincisi, TÜSİAD’ın ilkeli bir tutumu ısrarla korumuş olmasıdır. Bülent’le uğraşan kişi bizzat kalkıp TÜSİAD yönetim kuruluna gidip kendince uyanık bir formül önerdi: TÜSİAD üniversitenin döner sermayesine sembolik sayılacak bir tutar yatıracaktı. Hesaba göre böylece “doğru prosedür” uygulanmış olacak, bu arada dolaylı olarak Bülent’in hatalı davranmış olduğu ortaya konacaktı. Fazlasıyla basit bu numarayı TÜSİAD yöneticileri yutmadılar ve öneri sahibini tersleyip elleri boş geri gönderdiler. Aynı günlerde Bülent’le aynı liseden mezun, oldukça tanınmış bir profesör kendince arabuluculuk rolüne soyundu, ancak bu arabuluculuğun da gerçek anlamı Bülent’in geri adım atmasını sağlamak ve esas sorumluyu rahatlatmaktı. Doğal olarak Bülent bu taktiği en baştan fark etti, tepkisini olabilecek en kibar biçimde ortaya koydu.
Barolar Birliği ve TÜSİAD hukuktan, adaletten yana tavır alırken akademik dünyada bu duyarlılıktan uzak örnekler umutsuzluk yaratacak ölçüde çoktu. Önce İstanbul Üniversitesi’nde konuyu sözde inceleyen komisyonun üyeleri kendilerine ısmarlanan doğrultuda bir rapor yazmaktan rahatsız olmadılar. O güne kadar TÜSİAD’a rapor yazmış yüzden fazla akademisyenin hiçbirine uygulanmamış, uygulanması gündeme gelmemiş bir yöntemin doğru olduğunu ileri sürecek kadar ilkesiz davrandılar. O dönemde YÖK’e egemen olan kadro bu suçlamanın ve soruşturmanın temelsiz ve geçersiz olduğunu bildiğinden, ayrıca kamuoyu tepkisinden çekindiği için Bülent’e ceza vermeye cesaret edemedi ve konuyu zamanaşımına sokmak amacıyla Üniversitelerarası Kurul’a havale etti. İstanbul Üniversitesi’nin “Üniversite Öğretim Mesleğinden Çıkarma Cezası” teklifinin dayanaksızlığını ve geçersizliğini görmemek olanaksızdı. Yüksek Disiplin Kurulu’nun“...konunun Üniversitelerarası Kurul Başkanlığının ilgili komisyonlarınca incelenmesi” kararıyla konu buzdolabına kaldırıldı. Bu inceleme aylarca bitmedi. Öte yandan konuyu Üniversitelerarası Kurul’a götürüp orada bir yönetmelik değişikliği yaparak bu tür metinlerin bedelinin döner sermayeye yatırılmasını hükme bağladılar. Ne var ki, daha sonra Danıştay bu maddeyi iptal etti. Etmesi de doğaldı, çünkü bu tür çalışmaların karşılığı tipik bir telif geliriydi.
Tüm bunlar olurken Bülent hastalığına karşın cesaretini, direncini ve kibarlığını korudu. Çoğu zaman olayların komik yönlerini de görmeye ve gülmeye devam etti. Hepimize örnek oldu. Türkiye’de hukuk yazınının ve öğretiminin gelişmesine büyük katkılar yapabileceği bir yaşta aramızdan ayrılması gerçekten doldurulamayacak bir boşluk bıraktı. Yaptıkları ve yazdıkları onurlu ve üretken bir yaşamın kanıtlarını oluşturuyor. Özellikle hukuk öğrenimi gören genç kuşakların O’nun yaşamından ve yapıtlarından alacağı çok dersler var
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi