Haldun Ersin
1940 yazının son günleri Beylerbeyindeki ahşap baba evimizde, alt kattaki oturma odasındayız.
Ablam, bir üst katın Çengelköy’e bakan köşe odasında doğum yapmak üzere. Yukarıdan birtakım telaşlı konuşmalar ve ayak sesleri kesildikten bir süre sonra -kimin kucağındaydı, şimdi pek hatırlayamıyorum- bebeği getirdiler. Ben o zamanlar 12 yaşında toy bir çocuk, hiç yeni doğmuş bir bebek görmemiş idim.
Esmer ve az siyah saçları ile topatan kavunu gibi uzunlamasına bir kafayı görünce -ne biçim kafası var- diyerek etrafı telaşa verme çabalarım odadakilerin sevinçli tezahüratı arasında pek itibar görmedi.
Şimdi düşünüyorum da, sanırım Tanrı da biliyordu bu kadar akılın ufak bir beyinin içine sığmayacağını.
Bülent’in çocukluğu, anne, baba, büyük baba, anneanne, büyük nine ve iki dayı ve bir teyzeden müteşekkil aile efradı içerisinde oldukça huzurlu bir ortamda geçti.
O zamanlar İstanbul’a göçler başlamamıştı. Bizim nesil çok iyi bilir. Mahallemizin yukarı kısmı ta Çamlıca tepesine kadar kırlar ve fıstık çamları ile bezeli makilik bir alan idi. Çok iyi bir arkadaş grubumuz vardı. İstediğimiz yerde top oynar ve boğazın tertemiz sularında yüzerdik. Yani kısacası İstanbul bizimdi.
Kırlarda gezinirken sevdiği oyuncakları yanında taşıyan çocuklar gibi Bülent'i sırtımızda taşırdık. Derken ilkokul çağları ve kendisini son nefesine kadar sinesinde barındıran vefalı Galatasaray camiasından ilk adımını atış. Bazı anılar vardır ki hiç unutulmuyor. Beylerbeyi vapur iskelesinden denk yapılmış yatağını bir sandala yükleyerek Ortaköy’deki GS mektebinin rıhtımına beraberce çıkardık ve Bülent’i kendi ellerimle okula teslim ettim.
Filvaki çok daha önceden her iki yeğenimin de beyinlerini yıkayarak koyu birer GS'li olmalarını başarmış idim. Ve de onlara ödül olarak arasıra -o zaman A.Sami yapılmamıştı, GS'nin maçlarını seyretmeye İnönü stadının deniz tarafındaki açık tribüne götürür idim. Hatta 7 sene sonra kardeşi doğunca benim ısrarlarımla adını Reha koyduk. GS'nin meşhur Bülent-Reha Ekin kardeşlerine özendik.
Ben burada bazı çocukluk hatıralarını anlatmak istedim. Daha sonraki mesleki hayatındaki gelişmeler, başarıları, mücadelelerini, üzüntü ve sevinçlerini, meslek arkadaşları ve dostları daha iyi takdir ederler.
Şunu da bilhassa belirtmek isterim ki sevgili yengemiz ve harika insan Öget ile öyle bir birliktelikleri vardı ki yalnız eş olarak değil aynı zamanda vefakar bir dostluk ve arkadaşlık sonuna kadar devam etti. Gezmeyi çok seviyorlardı. Sağlıklı olduğu son senelerden bir yaz sabahı Çeşme limanından onları ufak bir gemi ile Sakız adasına uğurladım. Yunan adalarını dolaşmışlar, çok beğenmişler, dönüşlerinde bize de tavsiye etmişlerdi.
Yaşamın ona bahşettiği nimetlerin bedelini çalışkanlığı, üreticiliği ile fazlasıyla ödeyen bir insana felek haksızlık etti gibime geliyor. Değil mi Pisi?
Bülent Tanör’ün dayısı.